Derler ki, çok eskilerde bugünkü Tunceli ili Ovacık ilçesine bağlı Koyungölü köyü civarında yaşayan bir ağanın işlerini yapan Munzur adında bir yanaşması varmış. Hizmette hiç kusur etmez, çok becerikli ve başarılıymış. Ağanın bir dediğini ikiletmez, çobanlıktan tarla tapan işlerine her işe koşar, çift sürdüğü öküzlerin, iş gördüğü atların bakımını, yemini hiç aksatmaz, işini eksiksiz yaparmış. Bağlılıkta, doğrulukta eşi bulunmaz bir insanmış, hiç bir canlıyı incitmez, hizmetinde kusur etmezmiş. İş gördüğü atların, sabana koştuğu öküzlerin, sütünü sağdığı koyunların otunu, yemini, suyunu vermeyi unutmaz, en iyi bakımı yaparmış. Hayvanları hiç incitmez, kışın ahırda rahat etsinler diye altlarına yumuşak samanlar serer, tımarlarını tamamlar, yere yattıklarında yanlarını acıtıp acıtmadığını anlamak için önce kendisi yatarmış. Onları gözü gibi korurmuş. İyi karakteri ve meziyetlerinden ötürü ağası kendisinden çok hoşnutmuş.
Ağanın Hacca Gitmesi O yıl yağışlar bol olmuş, toprak bereketli olmuş, tarlalar tahıla durmuş. Harman zamanı ambarlar buğdayla, bahçeler bostanlar her türlü meyveyle sebzeyle dolmuş taşmış. Koyunlar çifter çifter kuzulamış. Bu verim ve bolluk ağanın yüzünü güldürmüş. Bereketli bir sene geçirdiği için Munzur´un ağası hacca gitmeye karar vermiş. Yola çıkmadan önce de Munzur´u çağırtmış ve demiş ki; “Bak oğul, yaşım epey ilerledi. Allah’tan ne dilediysek verdi. Benim için hacca gitmek kaçınılmaz oldu artık. Evi barkı, malı mülkü, çoluk çocuğu sana emanet edip gideceğim. Sana güvenim tam, gözümü arkada bırakma, hizmetinde kusur etme, beni mahçup etme.” Sonra da hanımından ve konu komşudan helallik dilemiş. “Hatun ayrılık da bir çeşit ölüm sayılır, gidip dönememek de var, hakkını helal et. Munzur´un kadir kıymetini bilesiniz, üzmeyesiniz, Allaha emanet olun” deyip yola düşmüş. O zamanlar hızlı taşıtlar yokmuş, hac yolculuğu aylar sürermiş. Derken ilden ile geçerek nihayet kutsal topraklara varmış. Aradan günler geçmiş, ağa hacda iken, bir gün ağanın hanımı Munzur´u çağırıp “Oğul taze helva pişirdim, kulakları çınlasın ağan bu helvayı çok severdi, onu hatırladım ve onun için yaptım, senin payını da ayırdım” demiş.
Sahana helva doldurup Munzur´a verirken derinden bir iç çekmiş ve “Ah, ah keşke şimdi ağan da burada olaydı” demiş. Bu erinmeye dayanamayan iyi kalpli Munzur, “Hatun Ana, sen o helvadan ağamın payını sahana koy, varıp kendisine vereyim” demiş. Hatun Ana bu sözleri Munzur´un saflığına saymış, “Canı çekmiştir, verdiğim helva az geldi herhalde, istemeye yüzü tutmayınca da bu yolu seçti, vermesem üzülür” düşüncesiyle kalan helvayı sahana koyarak eline tutuşturmuş. “Madem istiyorsun al götür” demiş. Munzur kabı kaptığı gibi gözden yitivermiş. Helvanın daha buharı üstündeyken dua etmekte olan ağasına yetiştirmiş. Helva kabını yanına koyup rahatsız etmeden tekrar gözden kaybolmuş. Ağa Munzur´u görmüş ama dönüp bakıncaya dek Munzur sır olmuş. Şaşkınlık içinde kalan ağa bunu bir rüya sanmış. Ne var ki helva kabı yanı başında duruyormuş. Kabı açıp bakmış ki çok sevdiği helvanın dumanı tütmekteymiş. Munzur’a içinden derin saygı beslemiş. Gördüklerini dönüşte herkese anlatacağına dair kendi kendine söz vermiş.
Ağa bunları düşünürken, Munzur helvayı ağasına ulaştırdıktan sonra dönüp köydeki evinin kapısını çalmış bile. Ağanın hanımı karşısında Munzur’u görünce, “Ne var ne oldu Munzur, hayırdır?” dediğinde Munzur, “Hayırlı oldu hatun ana, helvayı ağama ulaştırdım. Dua ediyordu bırakıp döndüm” demiş. Hatun ana inanmamış. Söylenenleri Munzur´un saflığına sayarak “İyi etmişsin Munzur, ellerine sağlık” demiş. Bu olayı yakınlarına da anlatmış. Ağa daha hacdan dönmeden bu öykü etrafta duyulup yayılmış. Aradan epey bir zaman geçtikten sonra ağanın hac vazifesini tamamlayıp köyüne doğru yola çıktığının haberi gelir.
Komşuları ellerinde hediyelerle hacıyı karşılamaya giderler.
Munzur da, götürecek başka hediyesi olmadığından, bir çanağın içerisine koyunlarından bir miktar süt sağar ve bununla ağasını karşılamaya gider. Ağayı karşılayanlar, ellerine sarılmak için adeta yarışıyorlarmış.
Ağa bu sırada en arkadaki Munzur’u görünce el öpenlere Munzur’u göstererek;
“Asıl hacı Munzur’dur. Öpülecek el varsa Munzur’un elidir. Munzur ermiş biri, onun elini öpün, önce ben öpeceğim” der. Munzur bu konuşmaları duyduğunda
“Aman ağam etme eyleme, Allah aşkına bırak ben senin elini öpeyim, ben yıllarca senin ekmeğinle, aşınla büyüdüm. Sen nasıl benim elimi öpersin. Ben ne sana, ne de başkalarına elimi öptürmem” der.
Ağa kendisini karşılamaya gelenlere, “Bakın bu sahanı görüyorsunuz, bu sahanla bana helva getiren Munzur’dur, o ermiş kişidir” demiş. Ağanın hanımı bu konuyu daha önce köy içinde yaydığından durumu hemen kavramışlar. Gerçeği ağadan öğrenince de kalabalık Munzur’a yönelir. Munzur sırrının açığa çıkmasından memnun olmadığından elindeki süt tasıyla dağa doğru kaçmaya başlamış. Munzur önde, ağa ve yanındakiler arkasında bir kovalamaca başlamış. Şimdiki Munzur ırmağının ilk çıktığı göze yerine geldiklerinde Munzur’un elindeki süt dolu çanak dökülmüş ve sütün döküldüğü yerde, süt gibi beyazı bir su fışkırmış.
Bundan sonra Munzur kırk adım daha atmış. Attığı her adımda bir kaynak fışkırmış. Ve fışkıran bu sulardan bir ırmak meydana gelmiş. Munzur’un arkasından koşanlar bu ırmağın kenarına gelip karşıya geçmeye, Munzur’a yetişmeye çalışmışlar ama öte yakaya geçememişler. Munzur ellerini gökyüzüne kaldırarak “Allahım sırrımı ifşa etme, beni yanına al” demiş. Bir süre sonra dağın eteğinde bir kayanın önüne gelmiş. Elindeki değnekle tası yere atıp ırmak kenarında bekleyenlerin gözleri önünde kaybolup gitmiş. Ardında sadece çoban değneği ve boş süt tası kalmış.